Dünya ‘İngilizceler’i
Son 10 yıl içinde İngilizce ders verdiğim öğrencilerim arasında 7 yaşında olan da vardı, 67 yaşında olan da. Öğrenme becerileri ve hayattan beklentileri farklı olsa da zorlandıkları anlarda benzer cümlelerle tepki veriyorlardı:
"Keşke İngiltere, ABD, Kanada veya Avustralya gibi bir ülkede doğup büyümüş olsaydım, İngilizce öğrenmekle bu kadar uğraşmazdım."
"Madem biz İngilizce öğreniyoruz, onlar da Türkçe öğrensin!"
İkinci bir dili öğrenirken, bu dili kendi anadiliyle karşılaştırmak kaçınılmaz hale geliyor. Ancak bu durum, Türkçenin ya da başka bir dilin değersiz olduğunu göstermez. Yetişkinlerle bu meseleyi tarihsel, politik ve sosyoekonomik bağlamlarda tartışmak mümkünken, küçük yaştaki öğrencilere bunu anlatmak oldukça zor.
Durum biraz Amerikan Doları ile Türk lirası gibi. Uluslararası piyasalarda geçerli para birimlerini bir anda tahtlarından etmek mümkün değil.
İngilizcenin küresel bir dil haline gelmesi, dilin yapısal özellikleriyle değil, tamamen dünyadaki siyasi ve ekonomik gelişmelerle ilgilidir. Bugün Latin Amerika'da Brezilya'nın Portekizce, kıtanın geri kalanının ise ağırlıklı olarak İspanyolca konuşması ya da Afrika'da Fransızca ve İngilizcenin yaygın olması aynı dinamiklerin sonucudur. Soğuk Savaş döneminin mirası olarak geniş bir coğrafyada halen Rusçanın ortak bir dil olması da bu duruma benzer. Eğer Almanya ve Japonya İkinci Dünya Savaşı'nı kazansaydı, bugünkü dil dünyası bambaşka olurdu.
Anadil olarak baktığımızda, İngilizce konuşanların sayısı Mandarin Çincesi ve İspanyolca konuşanların gerisinde. Ancak küresel çapta egemen dil olarak İngilizcenin yerine başka bir dilin geçmesi şimdilik mümkün görünmüyor.
Dünyanın her köşesinden milyarlarca insan aynı dili öğrenmeye çalıştığı için, İngilizcede kaçınılmaz olarak farklılıklar oluşuyor. Bu farklılıklar kimilerine karmaşa gibi görünse de, aslında iletişimde büyük bir zenginlik sunuyor.
İngilizceler deyince akla ilk olarak Britanya ve Amerikan İngilizcesi gelir. Klavye ve telefon ayarlarında BrE (British English) ve AmE (American English) olarak iki farklı İngilizce görmeye alışkınız. Dünyada birinci dil olarak İngilizcenin en çok konuşulduğu ülke ABD, ardından Birleşik Krallık geliyor. Bu ülkeleri Kanada, Avustralya ve Güney Afrika gibi Britanya'nın eski sömürgeleri takip ediyor.
Ancak gerçek şu ki, dünyadaki ezici çoğunluk İngilizceyi ikinci veya üçüncü dil olarak öğreniyor. Birinci dil olarak konuşanlara "native speaker", diğerlerine ise "non-native speaker" diyoruz. İş veya akademik hayatta, non-native speaker grubundan biriyle İngilizce konuşma ihtimaliniz, native speaker ile konuşma ihtimalinizden çok daha yüksek. Londra, New York gibi büyük şehirlerde bu durum yaygınken, küçük ve izole kasabalarda native oranı daha yüksek olabilir.
Mesaj net: İngilizceyi iyi bir şekilde kullanabilmek için kriteriniz, Buckingham Sarayı'ndakilerle sohbet etmek değil, Çin, Rusya, Arjantin veya Senegal gibi farklı coğrafyalardan gelen biriyle rahat ve akıcı iletişim kurabilmek olmalıdır. Yazdıklarınızın ve söyledikleriniz onlar tarafından anlaşılması ve onların söyledikleri ya da yazdıklarını sizin anlamanız önemlidir.
İngilizce öğretimi konusunda birçok terim var: Elbette, işte terimler ve Türkçe anlamları parantez içinde vurgulanmış şekilde:
İngilizce öğretimi alanında sıkça karşılaşılan bazı terimler, dil öğrenme süreçlerini anlamak için önemlidir.
EFL (English as a Foreign Language - Yabancı Dil Olarak İngilizce), İngilizce'nin ana dili olmadığı ülkelerde öğrenilmesini ifade eder; örneğin, Türkiye'deki İngilizce dersleri bu kapsamda sunulmaktadır.
ESL (English as a Second Language - İkinci Dil Olarak İngilizce), bireylerin ana dilleri dışında bir ikinci dil olarak İngilizce öğrenmelerini belirtir ve genellikle İngilizce’nin yoğun olarak konuşulduğu ülkelerde yaşayan göçmenler için geçerlidir.
EAL (English as an Additional Language - Ek Dil Olarak İngilizce), bireylerin İngilizce'yi ana dilleriyle birlikte ek bir dil olarak öğrenmelerini ifade eder ve çok dilli bireyler için kullanılır.
EIL (English as an International Language - Uluslararası Dil Olarak İngilizce), İngilizce'nin dünya genelinde uluslararası iletişimde nasıl kullanıldığını vurgular; bu bağlamda dilin küresel bir iletişim aracı rolü önemlidir.
Son olarak, ELF (English as Lingua Franca - Lingua Franca Olarak İngilizce), farklı ana dillere sahip bireylerin iletişim kurarken İngilizce'yi ortak bir dil olarak kullanmalarını tanımlar; bu durum dilin esnek bir biçimde kullanılmasını gerektirir.
İlk bakışta bu kavramlar dilbilimci akademisyenleri ilgilendiriyor gibi görünse de, sonradan İngilizce öğrenenler için de önemli bir boyutu var.
World Englishes (Dünya İngilizceleri) ve Global Englishes (Küresel İngilizceler) gibi kavramlar, İngilizcenin farklı kültürlerle etkileşimini ve sınırları aşarak geliştiğini ifade eder. İngilizceyi ikinci, üçüncü hatta dördüncü dil olarak öğrenenlere 'L2' diyoruz.
Yakın zamana kadar Türkiye gibi birçok ülkede, L1 İngilizce konuşanların (yani İngilizlerin) dili baz alınıyordu. Sadece dil değil, kültür de referans noktası olarak alınıyordu. Oxford, Cambridge, BBC gibi kurumların hazırladıkları materyallerde İngilizlerin ritüelleri ön plandaydı. Ancak bu durum yavaş yavaş değişiyor. İngilizcenin sadece İngiltere veya ABD için değil, L2'ler arasında da bir iletişim dili olduğu fark edildi ve bu doğrultuda eğitim materyalleri hazırlanmaya başladı.
"Dünya İngilizceleri" kavramı 1980'lerden beri var olan bir terimdir ve bu dönemden itibaren İngilizce'nin farklı kültürel ve coğrafi bağlamlarda nasıl yerelleştiğini vurgular. Bunun yanı sıra "Yeni İngilizceler," "Asya İngilizceleri" gibi kavramlar da dilin çeşitlenmesine dair önemli göstergelerdir. Örneğin, Singapur, Nijerya, Hindistan, Güney Afrika ve Jamaika gibi ülkelerde, İngilizce yerel dillerle etkileşime geçerek kendine özgü biçimlere bürünmüştür. Bu bölgesel İngilizce çeşitleri, yalnızca dilbilgisi ve kelime dağarcığı açısından değil, aynı zamanda telaffuz, aksan ve kültürel referanslar açısından da farklılıklar gösterir. Ayrıca, Spanglish (İspanyolca ve İngilizce karışımı), Singlish (Singapur İngilizcesi), Franglish (Fransızca ve İngilizce karışımı) ve Hinglish (Hintçe ve İngilizce karışımı) gibi diller de bu çeşitliliğin bir parçasıdır ve yerel kültürleri, kimlikleri ve sosyal dinamikleri yansıtır.
"Küresel İngilizceler" ise daha yeni bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Bu kavram, İngilizce'nin yalnızca belirli bölgelerde değil, küresel ölçekte nasıl bir iletişim dili haline geldiğini ifade eder. Dünya İngilizceleri, İngilizcenin farklı bölgelerde yerelleşmesini ve kültürel özelliklere göre şekillenmesini ifade ederken, Küresel İngilizceler, İngilizcenin evrensel bir dil olarak işlev kazandığı ve dünya genelinde insanlar arasında iletişimi kolaylaştırdığına işaret eder. Bu bağlamda, İngilizce artık sadece İngiltere veya ABD'nin dili olmaktan çıkmış; farklı ülkelerdeki bireyler arasında bir köprü işlevi gören bir iletişim aracı haline gelmiştir.
Bu bakış açısıyla, İngilizce öğretiminde hedefler ve öncelikler de değişmektedir. Geleneksel "ELT: English Language Teaching" (İngilizce Dil Öğretimi) yaklaşımı yerine, "GELT: Global Englishes Language Teaching" (Küresel İngilizce Dil Öğretimi) öne çıkmaktadır. GELT, yalnızca native speaker (ana dil olarak İngilizce konuşan) grubunu değil, aynı zamanda ileri düzeydeki L2 (İkinci Dil) grubunu da referans alarak, öğretim süreçlerini daha kapsayıcı hale getirir. Bu yaklaşım, dil öğretiminin yalnızca geleneksel İngilizce kullanımlarına odaklanmakla kalmayıp, aynı zamanda global bağlamda farklı İngilizce çeşitlerinin de öğretilmesini sağlamaktadır. Örneğin, GELT çerçevesinde öğretilen konular, 'İngiltere'de market alışverişi nasıl yapılır?' gibi belirli ve dar bir perspektiften ziyade, küresel iletişim ve kültürel etkileşim konularına yöneliktir.
Özetle, küresel bir dünyada İngilizce öğrenmek, yalnızca yerel bir İngilizceye odaklanmak değil, dünya genelinde en çok kullanılan, anlaşılabilir ve esnek bir İngilizceye yönelmeyi gerektirir. Bu sayede İngilizce, farklı kültürleri birleştiren güçlü bir köprü olma görevini sürdürmekte ve uluslararası düzeyde etkili iletişimi mümkün kılmaktadır. Öğrenciler, bu küresel perspektifle eğitim aldıklarında, sadece dil bilgisi öğrenmekle kalmaz, aynı zamanda farklı kültürleri ve iletişim stillerini anlama becerisi de kazanırlar. Bu, bireylerin sosyal ve kültürel bağlamlarda daha etkin bir şekilde etkileşimde bulunmalarını sağlar.