İzmir Yahudileri - Kişisel Notlar - 1
“Ceki aman uzun yazma, bizim cemaat okumaz.”
“Yine uzun uzun yazmış, kim okuyacak bu kadar şeyi?
ChatGPT’ye sorsak da özetlese?”
İzmir Yahudileri üzerine akademik bir çalışma yapmam, baştan planlanmış bir şey değildi.
On yıl önce biri çıkıp “Böyle bir araştırma yapar mısın?” deseydi, hiç ihtimal vermezdim. Ama geldik bu noktaya. Büyük bir değişiklik olmazsa, önümüzdeki 5-6 yıl boyunca İzmir Yahudileri üzerine çalışmaya, araştırmalarıma yurtdışında devam etmeye ve fırsat buldukça da İzmir’e gelip gitmeye niyetliyim.
Peki bu noktaya nasıl geldim? 38 yaşındayım, yani 90’larda çocuk, 2000 ve 2010’larda genç olmuş biriyim. İzmir’de pek çok farklı okulda okudum, lise sonrası da farklı ülkelerde eğitim aldım. Bugün Yahudilikle ilgili bir ilgim varsa, bunu büyük oranda İzmir Yahudi Toplumu'nun değil, yurtdışında karşılaştığım farklı kültürlerin ve öğrenme deneyimlerinin katkısına borçluyum.
Elbette bireysel olarak, çok kıymet verdiğim ve bir kısmı artık aramızda olmayan İzmirli Yahudilerden öğrendiklerim oldu. Onların rehberliğinde Bar Mitzva gibi hayatımda iz bırakan deneyimler yaşadım. Ama bu yazının amacı geçmişin romantizmine kapılıp on, yirmi ya da otuz yıl öncesine dönmek değil. Zaten nostalji konusunda İzmirliler gayet başarılı. Her kuşağın kendi dönemine dair anlatacak pek çok anısı, yazılmış kitapları, çekilmiş belgeselleri var. Benim derdim, bugüne ve yarına dair birkaç not düşmek.
İzmir Yahudilerinin yakın tarihine bir tarihçi gibi değil, daha çok bir sosyoloğun ya da antropoloğun gözünden, toplumsal yapılar üzerinden bakmaya başlamam oldukça yeni.
İzmir Yahudi tarihine baktığımda belli bir örüntü göze çarpıyor. Cemaat hep yurtdışından gelen finansal desteğe ihtiyaç duymuş. Osmanlı döneminde İngiliz ve Fransız Yahudilerinden gelen destek, Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında Amerikan Yahudilerine devrolmuş. Detayları akademik çalışmalara ve bu konu özelinde yazacağım yazılara saklıyorum çünkü biliyorum ki günümüz okuyucusunun dikkat süresi giderek kısalıyor. O yüzden lafı uzatmadan konuya gireyim.
Cemaatte ilk aktif rol almam 2018’de gelen bir davetle başladı. Daha sonradan Avrupa Birliği projesine ve Despertar İzmir süreci de bu çağrıyla birlikte şekillendi. Şunu da açık söyleyeyim, İzmir Yahudi Cemaati’nde aktif olmam hiçbir zaman tabandan ya da cemaat bireylerinden gelen bir taleple olmadı.
Peki İzmir’deki Yahudileri “cemaat” dediğimiz yapı nedir? Gerçekten 1200 kişilik bir topluluk mu? Yoksa 120 kişilik bir çekirdek grup mu? Ya da sadece resmi yetkileri olan başkan, yardımcı, sayman, sekreter, muhasebeci ve birkaç din görevlisinden ibaret bir yapı mı?Toplamda 1000-1200 kişi olduğu söylenen İzmir Yahudi Cemaatinin kaç kişi olduğunu kimlerin nerede olduğunu bilmek zor mu? Niyetiniz varsa değil. Mevcut yönetimin de, cemaat üyelerinin de bunu yapmaya pek niyeti yok gibi duruyor.
Dünya Yahudi Toplulukları Arasında İzmir’in Yeri
İzmir denince boyoz, gevrek, çiğdem, Alsancak, Çeşme bir yana benim aklıma eğitim kurumları da gelir. İzmir, İzmir St. Joseph Lisesi ve İzmir Amerikan Koleji gibi köklü olduğu söylenen okullara sahiptir. Ama açık konuşalım, İzmir St. Joseph hiçbir zaman Galatasaray Lisesi ya da İstanbul’daki St. Joseph Lisesi olamadı, olamaz da. Aynı şekilde İzmir Amerikan Koleji de Robert Kolej seviyesine hiçbir zaman ulaşmadı, ulaşamayacak. Devlet liseleri tarafına baktığımızda, İzmir Atatürk Lisesi, Bornova Anadolu Lisesi, İzmir Fen Lisesi gibi okulların akademik başarılarının İstanbul’dakilere göre daha düşük olup olmadığından emin değilim. Ama zaten bugün devlet okullarını yurtdışındaki kurumlarla kıyaslamak, içinde bulunduğumuz şartlarda hiç de anlamlı değil.
Aynı şey üniversiteler için de geçerli. İzmir’deki hiçbir üniversite, Boğaziçi, ODTÜ, Hacettepe Tıp, Bilkent ya da Koç Üniversitesi seviyesinde değil. Olması da şu şartlarda pek mümkün görünmüyor. Elbette bunun birçok yapısal nedeni var ama sonuç değişmiyor.
Konu spor kulüplerine gelince de tablo aynı. Altay, Altınordu, Göztepe, Karşıyaka gibi takımları Avrupa’nın ortalama kulüpleriyle ya da Türkiye’de Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi takımlarla kıyaslamak anlamsız geldiği gibi biraz da acıklı.
Kısacası kıyaslanmamalı.
Bu gerçekliği olduğu gibi kabul etmek gerek. Her şeyin “vasat” olduğu bir ortamda “ama bizim gönlümüzde birinci” demekle kimse bir yere varamaz. Bir başka deyişle, “Eldeki kumaş bu. Bu kadarlık kumaştan da ancak bu kadar pantolon çıkar.”
Yani vasatı kabullenme, biraz da pes etmiş olma hali.
Peki bu lig farkı durumu İzmir Yahudi Cemaati için de geçerli mi?
Ben uzun süre bunu kabul etmek istemedim. Kendi kendime “Biz farklıyız, biz bu denklemin dışındayız” diyerek bir çeşit inkâr politikası izledim. Ama sonunda ben de o noktaya geldim. Eldeki kumaş bu.
Bunu sürekli dillendirip ağzımızın tadını kaçırmaya da gerek yok.
Zaten ülkenin hali, dünyanın hali ortada. “Bu kadar küçülmüş ve yaşlanmış bir topluluktan ne bekliyorsun?” deyip topu taca atarak kendilerini rahatlatıp daha kolay uykuya dalanlar olabilir.
Ama yine de sormak gerek. Bu kadarla yetinmek gerçekten yeterli mi?
2018 - 2025 Yılları Arasına Dair Birkaç Not
Cemaatte yarı zamanlı profesyonel olarak çalışmaya başlamamı teşvik eden İzmir Yahudileri olmadı. Bu süreci başlatan da, sürdüren de Amerikalı Yahudilerdi. Fonu onlar sağlıyordu, eğitimi onlar veriyordu, geleceğe dair umut vadeden cümleleri de onlar kuruyordu.
İzmir'deki yapının içinden gelen bir talep ya da inisiyatifle değil, dışarıdan gelen bir teklif ve yönlendirmeyle bu yola girdim.
İzmir’deki Liga, yani Kültür Derneği ise bu süreçte daha çok emanetçi konumundaydı.
Adı üstünde, “kültür derneği” olarak görevi kültürü muhafaza etmekti. Fakat bu muhafaza hali, yeni bir şey üretmekten çok, mevcut olanı olduğu gibi korumaya, statükoyu devam ettirmeye, günü kurtarmaya dönüktü.
Bir şeyleri dönüştürmek gibi bir derdi yoktu. Zaten o cesaret de yoktu.
Bu kültürel refleks, aslında 2000’li yıllardan itibaren bizzat içinde büyüdüğüm bir zihniyetin parçası.
Önceleri JDC (American Jewish Joint Distribution Commiitee), sonraları da BBYO ile birlikte Amerikan Yahudi kurumları birer “kurtarıcı” gibi algılandı ve öyle de pazarlandı.
Daha iyi bilen, daha iyi yöneten, bizi bizden iyi anlayan yapılar olarak görüldüler. Ve bu bakış açısı aslında çok tanıdık.
19. yüzyıl sonlarında Alliance Israelite Universelle okullarının İzmir’e gelmesi, 20. yüzyıl boyunca önceleri İzmir Amerikan Kız Koleji, İzmir St. Joseph Erkek Ortaokulu, 21. yüzyıla girerken sekiz yıllık eğitimle birlikte SEV ve Piri Reis gibi okullarla birlikte kurulan eğitim düzeni de aynı anlayışın ürünüydü. Aslı Amerikan, Fransız olan daha iyiydi. Bir ekoldü onlar. Batı zaten bizden ilerideydi.
Bizimse en iyi yaptığımız şey, dışarıdan geleni takip etmekti.
Bu anlayış sadece eğitimde ya da toplumsal örgütlenmede değil, zihinsel altyapıda da yer etmiş durumda.
Sanki bir kurtarıcı hep dışarıdan gelecek. Bizim tek yapmamız gereken, yeri gelince dilemek, yeri gelince dilenmek.
Bir noktadan sonra bu durum pasif bir bekleyişe, kronik bir çaresizliğe dönüşüyor.
Kendi içinden lider çıkartamayan, inisiyatif alamayan, risk almaktan çekinen bir yapının içinde zamanla “armut piş, ağzıma düş” refleksi yerleşiyor. Ve bu refleks, sadece bireysel düzeyde değil, kolektif karar alma süreçlerinde de etkisini gösteriyor.
Hep aynı cümle dönüp dolaşıyor: “Ne yapalım, elimizden bu kadar geliyor.”
Belki de mesele elimizden gelenin bu kadar olması değil. Belki de mesele gerçekten bir şey yapmak istememek.
Ya da korkmak. Ya da sorumluluk almamak için bahane üretmek.
Bu süreçte ben kendi adıma şu gerçekle yüzleştim:
İzmir Yahudi Cemaati’nin bugün geldiği noktada, dışa bağımlı olma hali geçici bir dönem değil. Bu neredeyse sistemin temel yapı taşı haline gelmiş durumda.
2018 yılı sonlarında, JDC ve BBYO aracılığıyla İzmirli Yahudi gençlere yönelik bir çalışma yapma teklifini açıkçası hiçbir zaman tam olarak içselleştiremedim. Benden ne beklendiğini de hiçbir zaman tam olarak anlayamadım.
Liselilere, tabiri caizse, çocuk bakıcılığı yapmak için çok okumuş olmaya, Yahudilik tarihi ya da kültürü konusunda bilgi sahibi olmaya ya da pedagojik donanıma sahip olmaya gerek yoktu. Zaten böyle bir beklenti içinde olan bir veli profili de yoktu.
İşin özü, “bir şeyler yapılıyor gözüksün ama mevcut yapı çok da sarsılmasın” anlayışıydı.
Zamanla, cemaat içindeki sorunları ve özellikle yönetim kademesindeki erkeklerin keyfiyetçiliğini açık açık dile getirmeye başladım.
2022 yılı sonuna gelindiğinde, Kültür Derneği’ndeki kadınların her zamanki gibi geri planda kalması ve ipleri yine Vakıf yönetimindeki erkeklere bırakmasıyla süreç hızlandı. Amerikan Yahudilerine doğrudan mesaj iletildi ve benim profesyonel görevime son verildi.
Bu noktada bir komplo aramaya gerek yok. Sistem zaten böyle işliyordu.
Bana her zaman şu cümle söylendi: “Biz bir sivil toplum kuruluşu değiliz, bir azınlık cemaatiyiz.”
Ve ardından gelen o klasik, savunmaya dönüşmüş kalıp cümle: “Oxford vardı da biz mi gitmedik?”
2024 yılında yönetimle buluşup, ekiptekilerle el sıkışıp ayrılmamın sebebi onlarla yaşadığım problemleri çözmüş olmam değildi.
Aksine, şunu net bir şekilde fark ettim: Eğer gerçekten Yahudilik üzerine çalışmak ve bu alanda üretmek istiyorsam, bunun yolu Alsancak’taki binanın içinden değil, dışından geçiyordu. Çünkü İzmir Yahudilerinde, Yahudilikten önce İzmirli kimliğinin ön planda tutulduğunu; kültürel ve dini aktarımın ise çoğu zaman yalnızca “mış gibi” yapılarak sürdürüldüğünü kabul etmek gerekiyordu.
Ve belki de en zor olan buydu.
Kimi zaman iyi niyetle, kimi zaman alışkanlıkla, kimi zaman da tepki çekmemek adına yapılan pek çok şeyin gerçekte içi boş, ruhsuz, etkisiz ve değişimi dışlayan bir tekrar döngüsüne dönüştüğünü fark etmek.
Bu döngünün içinden çıkmak için, dışarıdan bakmayı ve içeriden gelen sessizlikle yüzleşmeyi göze almak gerekiyordu.
Bugün İzmir Yahudi Cemaati’ne uzaktan baktığımda, özellikle Liga Kültür Derneği’nin en başından beri üstlenmesi gerektiğini düşündüğüm ama çeşitli bahanelerle hep uzak durduğu yaşlı ve ihtiyaç sahiplerine yönelik bakım ve etkinlik organizasyonlarının, artık profesyonel bir sosyal hizmet uzmanı ve vakıf yönetimiyle birlikte ele alınıyor olmasından büyük bir memnuniyet duyuyorum.
Bu yazıyı, birkaç bölümden oluşacak bir seri olarak planlandım. İzmir Yahudileri ve genel olarak günümüz Yahudiliği üzerine kişisel gözlem ve görüşlerimi buradan paylaşacağım.
İşleyeceğim bazı konu başlıkları ve örnek sorular ise şöyle:
İzmir Yahudi Toplumundaki çocuklar ve gençlere yönelik neler yapılabilir?
Ailelere öneriler, yurtdışındaki farklı alternatifler, çocuklarınızın faydalanabileceği programlarYaşlı ve ihtiyaç sahiplerine yönelik bakım hizmetleri nereye evriliyor?
İyi örnekler, eksiklikler ve sürdürülebilir çözümler üzerine notlar.Kültürel miras çalışmaları nasıl sürdürülebilir hale getirilebilir?
Koruma, arşivleme, belge üretme ve yeni kuşaklara aktarım üzerine düşünceler.İzmir’deki Yahudi toplumundaki derneklerle vakfın işleyişine dair düşüncelerim
Yapının işleyişine dair gözlemler, güçlü ve zayıf yönler, geleceğe yönelik olası senaryolar.