Ligler ve Ekosistemler
Türkiye, sivil toplum açısından kendine has bazı özelliklere sahip olsa da, özgün bir vaka sayılmayabilir. Dünyanın pek çok ülkesinde sivil toplum kuruluşları benzer zorluklarla karşı karşıya. Diğer sektörlerde olduğu gibi, sivil toplumda da farklı “liglerden” yani seviyelerden söz etmek mümkün ve bu ayrımı tartışmak faydalı olabilir.
Türkiye’de sivil toplumun karşılaştığı sorunlar arasında hukuki düzenlemelerin yanında ekonomik sıkıntılar, ana akım medya ve sosyal medya mecraları tarafından pekiştirilen kısır döngüler yer alıyor. Örneğin, hukuk sistemine olan güven giderek azaldığı için sivil toplum kuruluşları da uzun vadeli planlama yapamıyor ve sürekli olarak dayatmacı bir mevzuata uyum sağlamak zorunda kalıyor. Ekonomik kısıntılar ise bu kuruluşların projelerini sürdürülebilir bir şekilde finanse etmelerini zorlaştırıyor, bu da faaliyetlerin kesintiye uğramasına neden olabiliyor. Bu döngüler, sivil toplumun genişlemesini ve etkisini artırmasını zorlaştıran yapılar oluşturuyor. Birçok düzenleme ve belirsizlik, sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerini sınırlandırırken, ana akım medyanın yanlı haberleri ve sosyal medyadaki dezenformasyon bu zorlukları daha da artırıyor. Sosyal medya, alternatif bir alan olarak sivil toplumun sesi olsa da, popülist söylemler ve manipülasyon riski taşıyor. Örneğin, yanıltıcı bilgilerin yayılması ve tartışmaların provoke edilmesi bu riski artırıyor. Troller manipülasyon ve yanlış bilgi yayarak tartışmaları saptırabiliyor.
Devlet kurumlarının uzun vadeli planlama, uyum ve disiplinden uzak olduğu yerlerde, eleştiriler ve tartışmalar iyileştirici olmaktan uzak, karşılıklı yıkıcı ve manipülatif hale geliyor. Örneğin, eleştirilerin kişisel saldırılara dönmesi ve hataların yapıcı öneriler yerine suçlamayla gündeme gelmesi durumu daha da kötüleştiriyor. Bu durumda, sivil alanda gerçek bir fark yaratmak beklenemez. Makro düzeydeki yapısal sorunlar, mikro düzeydeki topluluklara da yansıyor.
Günümüzde devlet-toplum ilişkisi artık sadece bu iki tarafla sınırlı değil. Özel sektör ve serbest pazarın da etkisiyle, sivil toplum alanında iş dünyasının dili yerleşmeye başladı. "Yenilikçi", "sürdürülebilir", "dinamik", "kurumsal" gibi kavramlar her yerde karşımıza çıkıyor. Örneğin, birçok proje "yenilikçi" olarak tanımlansa da, bu yenilik çoğu zaman var olan bir uygulamanın ufak bir değişiklikle sunulmasından ibaret. Aynı şekilde, "sürdürülebilirlik" iddiasında olan birçok girişim, sadece kısa vadeli çözümler sunarak bu kelimeyi kullanıyor ve gerçek anlamda sürdürülebilir etki yaratamıyor. Bu kelimeler kulağa etkileyici gelebilir ancak çoğu zaman sorunların özünü yansıtmaktan çok boş söylemler olarak karşımıza çıkıyorlar.
Bu kavramları ben de sıkça kullanıyorum. Bir rapor hazırlarken veya sunum yaparken bu kelimelere sığınmak kolay. Ancak son zamanlarda fark ettim ki, bu kavramlar bazen sadece birer slogan olarak kalıyor ve gerçek ihtiyaçları gölgeleyebiliyor. Sivil toplumda ihtiyacımız olan, bu terimlerin ötesine geçip samimi ve gerçekçi çözümler üretmek.
Sahada çalışanlar bilir: Yenilikçilik bazen en basit yöntemlerden, sürdürülebilirlik ise küçük adımlarla gelir. Örneğin, su kaynaklarının korunması için su tasarrufunu teşvik eden yerel eğitimler düzenlemek gibi basit yöntemler, uzun vadede önemli farklar yaratabilir. Önemli olan, sorunların derinlemesine anlaşılması ve çözüm odaklı, insan merkezli yaklaşımlar geliştirilmesidir. Toplumun gerçek ihtiyaçlarına yönelik, şeffaf ve güvene dayalı bir iletişim kurmak, bazen "yenilikçi" bir projeden çok daha etkili olabilir.
Sivil toplumda çözüm üretmek, sadece moda olmuş kelimelere değil, daha çok sahici, sade ve etkili bir iletişim dili kurmakla mümkün. İhtiyacımız olan, basit ama güçlü adımlarla topluluklara katkı sağlamak.
İş birliği yaptığınız kişiler, kurumlar ve ekosistem pek çok faktörden etkileniyor. Yasalar, uygulamalar ve iş yapma kapasitesi gibi unsurlar çoğu zaman sizin kontrolünüzde değil. Örneğin, bir ekonomik kriz çıktığında, bunu engellemek ya da değiştirmek mümkün olmayabilir. Bu gibi büyük değişimlerde, kontrolünüzde olmayan şeylere odaklanmak yerine, elinizde olanlarla nasıl ilerleyebileceğinizi düşünmek en mantıklısı.
Buna rağmen, yapabileceğiniz şeyler de var. İçinde bulunduğunuz ekosistemin gelişmesi için kendi payınıza ne düşüyor? Örneğin, yerel etkinliklere aktif katılım göstermek, topluluğun ihtiyaçlarına yönelik eğitimler düzenlemek ya da diğer sivil toplum kuruluşlarıyla ortak projeler geliştirmek gibi somut adımlar atabilirsiniz. Bilgi ve belge paylaşımını nasıl daha verimli hale getirebilirsiniz? İş birliği yaptığınız insanlarla daha güçlü bağlar kurmak için neler yapabilirsiniz?
Amacım moral bozmak değil, aksine gerçekçi bir bakış açısıyla adımları kolaylaştırmak. Kontrolünüzde olmayan şeylerle uğraşmak yerine, etkili çözümler üretmek her zaman daha verimli olur. Bilgi ve kaynak paylaşarak, ekosistemin güçlenmesine katkı sağlayabilirsiniz.
Gerçekleri duymak zor olabilir, ama bu acıyı paylaşan dostların olması büyük bir şanstır. Yapıcı eleştiriler, hataların tespiti ve düzeltilmesi için somut öneriler sunar, gelişime katkı sağlar ve çözüm odaklı yaklaşımı teşvik eder. Burada önemli olan, eleştirilerin yıkıcı değil, çözüm sunan ve pratik öneriler içermesidir. Büyük sorunlarla başa çıkmak her zaman mümkün olmasa da, küçük değişikliklerle büyük farklar yaratabilirsiniz.
Sivil toplum kuruluşunuzda yaşadığınız sorunlar, kişilerden kaynaklanabileceği gibi, ekosistemden ve makro süreçlerden de kaynaklanıyor olabilir. Bu nedenle sorunları değerlendirirken yalnızca bireylerin eksikliklerine değil, büyük etkenlere de odaklanmak önemlidir. Çoğu zaman kuruluşlar, makro düzeydeki yapısal sorunları göz ardı ederek insan kaynaklarına veya organizasyonel becerilere yüklenme eğilimindedir. Bu perspektifi değiştirerek, daha gerçekçi ve kapsamlı çözümler geliştirebiliriz. Makro düzenden de kaynaklı olan sorunların sizden bağımsız sebeplerden ötürü herhangi bir çözümünün olmayacağını kabullenmek, çözüm bulunabilecek soruları ön planda tutmak da çalışmalarınızda göz önünde tutmanız gereken önemli bir nokta.
İçinde bulunduğunuz ekosistem size hangi fırsatları sunuyor, hangi engellerle karşı karşıyasınız? Bu soruları sorarak, kendi rolünüzü daha iyi tanımlayabilir ve hangi adımların atılması gerektiğini belirleyebilirsiniz. Makro düzeydeki süreçlerin farkında olmak, stratejilerinizi daha sağlam temeller üzerine kurmanıza ve bu temellerin üzerinden daha etkili çözümler üretmenize yardımcı olabilir. Aynı zamanda, bu farkındalık ekibinizin motivasyonunu ve iş birliği kapasitesini de artırabilir. Unutmayın ki, bir sorunun kaynağını doğru anlamadan, o soruna kalıcı çözümler getirmek mümkün olmayacaktır.