Bir Vaka Çalışması Olarak İZEK - 1
Hayaller ve Gerçekler
(Kasım 2024)
Son dönemde blogumda sivil toplum üzerine daha teorik yazılar yazıyordum. Ancak daha somut, kişisel bir bakış açısı sunmanın da yeri ayrı. Bu yazıda, yaklaşık altı yıldır içinde olduğum İzmir Eğitim Kooperatifi’nden (İZEK) yola çıkarak, sivil toplumun zorluklarını, güzelliklerini ve bazen hayal kırıklıklarını içtenlikle paylaşmak istiyorum. Kooperatif kurma sürecini, dernek ve vakıflarla farklarını, makro ve mikro düzlemdeki bağlantıları ele alarak ideal ile gerçeğin nerede ayrıldığını irdeleyeceğim.
Küresel Popülizm Çağına Uygun Araçlar: Sosyal Girişimcilik ve Sosyal Kooperatifçilik
Sosyal girişimcilik kavramı, batıda ortaya çıktıktan sonra hızla farklı coğrafyalara yayıldı. San Francisco, New York, Londra gibi merkezlerden İstanbul, Buenos Aires, Nairobi gibi noktalara uzanan bu fikirler; insan odaklı tasarım, sistem düşüncesi ve sosyal etki gibi kavramlarla birlikte yeni yerlerde kök salmaya çalıştı. Ancak, bu fikirler her yerde aynı derinlikte yankı bulmuyor; bazı ülkelerde toplumsal ihtiyaçlarla güçlü bir bağ kurarken, bazılarında daha yüzeysel kalıyor. Türkiye gibi, sivil toplumun kamu kurumları tarafından ideolojik, bürokratik ve politik bariyerlerle karşılandığı ülkelerde ise bu kavramların kök salması hayli zor.
Türkiye’de sosyal girişimcilik ile başlayan bu dalga, bir süre sonra sosyal kooperatifçilik alanında da yankı buldu. İspanya, İtalya, Japonya gibi ülkelerden ilham alınarak, sosyal kooperatifçilik adı altında yeni modellerin teşvik edildiği söylendi. Ancak, bu isimlerin çoğu zaman popülist bir söylemin ötesine geçemediğini, altının boş kaldığını görmek zor değil. Oysa farklı coğrafyalarda başarıya ulaştığı söylenen bu modellerin yalnızca “ilham kaynağı” olarak anılmasının ötesinde bir şey sunduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu yazıda, büyük yapılar yerine yerelde, küçük grupların ortak amaçlarla nasıl bir araya gelebildiğine odaklanmak istiyorum. Tek lider odaklı yapıların baskın olduğu bir kültürde, ortak çıkar etrafında buluşmak çoğu zaman zorluklarla karşılaşıyor. Anadolu’nun imece kültürü ve Köy Enstitüleri gibi örnekler nostaljik bir hatıra olarak anılırken, modern ve sosyal kooperatifçilik adıyla yeniden doğabilecek bir mirası günümüz dinamikleriyle sürdürmek mümkün mü?
İZEK’in Sorunları Özel mi?
On yılı aşkın süredir hem Türkiye’de hem yurtdışında sivil toplum çalışmalarına bir yandan gönüllü, bir yandan profesyonel olarak katkıda bulundum. Dönüp baktığımda, kişisel sorunlardan çok yapısal meselelere odaklandığımda tekrar eden örüntülerle karşılaşıyorum. Blog yazılarımda sıkça yer verdiğim “ligler ve ekosistemler” ile “sözelciler ve sayısalcılar” gibi başlıklar da bu gözlemlerime dayanıyor.
Genelde böyle yazıları okuyanlar genelleştirmeden kaçınarak, “sorun İZEK’te” diyebilir. Ama aslında durum çok daha geniş; burada tartıştığım mesele, topluluk olarak iş yapma pratiğimiz, kooperatiflerin mantığı ve sivil toplum şemsiyesi altında üretim yapma anlayışımız. Biraz da spekülatif konuşalım. Türkiye’de sivil toplumun dünyadaki yenilikçi trendlere uyum sağlayacak bir iş birliği ve üretim kültürünü geliştirmesini devlet kurumlarının desteklediğini düşünmek için bir sebep var mı? Bence pek yok. Aksini düşünen varsa, somut örneklerle ortaya koysun.
Devlet kurumları ile sivil yapılanmalar arasındaki iş birliklerinin sistematik bir temeli yok; daha çok günübirlik, keyfi kararlarla ilerliyor. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yaptığı yardımların niyeti tartışmalı olabilir. Ancak, bugün AB fonları olmasa, Türkiye’de sadece sivil toplum örgütleri değil, devlet kurumları bile yenilikçi proje üretmekte zorlanır. Söylemde batının kaynaklarına ihtiyaç yokmuş gibi bir hikaye anlatılmaya çalışılıyor, ama makro ölçekte alternatiflerin olmadığını görmek zor değil. Bu makro düzende mikro yapılar arasında çok fark yok. Haliyle piyasa “projeci” kişi ve kurumlardan geçilmez hale geliyor.
Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşlarda İş Yapmak?
İlk olarak, yazılarımda ele aldığım sivil toplum kuruluşları, tüzel kişiliğe sahip olmadan bireysel inisiyatiflerle kurulmuş ve yasal kurumsal kimliği olmayan oluşumları kapsamıyor. Burada yalnızca devletle resmi ilişkisi olan, hukuki hak ve sorumlulukları belirli bir çerçeveye oturtulmuş yapılar üzerinde duruyorum. Türkiye’de binlerce vakıf ve on binlerce dernek bu kategoriye giriyor. Kooperatiflerin ise kar amacı gütmeyen sivil toplum kuruluşları olarak tanımlanması oldukça yeni bir yaklaşım ve onların işleyişini, sorumluluklarını farklı bir boyuta taşıyor.
Peki, bu yapıların şirketlerden farkı ne? Sivil toplum kuruluşu ya da kar amacı gütmeyen kuruluş olarak tanımlanmanın ne gibi bir avantajı var? Hibe alabilmek dışında pek yok aslında. On kişi, on ayrı şahıs firması kurmak yerine bir araya gelip bir kooperatif oluşturabilir. Teoride bu doğru; ancak iş yapma biçimi, kapasite, hırs, niyet ve tempo açısından birbirinden çok farklı bu on kişinin birlikte bu yapıyı sürdürebilmesi sanıldığından çok daha zor.
Bir de “kar amacı gütmüyoruz” ibaresiyle hibe başvuruları yaparken, kağıt üstünde “sosyal” bir kimlik kazanılıyor. Ancak mali yatırım yapmadan, risk almadan, doğru adımları atmadan sadece çevrenize umut satabilirsiniz. Derneklerin ve vakıfların umut satmaları ya da bağış toplamaları belki anlaşılabilir; ancak kooperatiflerin bunu yapması, hedeflerinden ve sürdürülebilirlikten sapmalarına neden oluyor.
Tam da bu yüzden, hiçbir kooperatif eğitiminde ya da AB fonlu projede kooperatiflerin açık ve şeffaf bir şekilde kaç kişiye ne kadar kazandırdığını veya içi boş söylemlerle aslında kazandıramadıklarını dile getirdiklerini göremiyoruz.
Proje Kooperatifçiliği?
İzmir Eğitim Kooperatifi (İZEK), 2018 yılının Temmuz ayında kuruldu ve altı yılı aşkın bir süreyi geride bıraktı. Ancak geçen bu sürede, proje almak dışında kayda değer bir başarı yakalayamadığı ortada. İZEK’in kuruluş amacı gerçekten bir “proje kooperatifi” olmak mıydı? Diğer kooperatiflerden farkımız ne olacaktı? Yoksa “herkese en az bir kooperatif” kampanyasının bir parçası olarak mı kurulmuştuk? Amaç, topluluk temelli eğitim faaliyetleriyle farklı bir etki yaratmaktı; yine de bugün baktığımızda, İZEK’in bu hedefe ne kadar yaklaştığını sorgulamak kaçınılmaz hale geliyor.
Gözlemlediğim Sorunlar
Finansal Sermaye Yokken Ortak Sayısını Artırma ve Bunu Kooperatifçilik İlkesi Olarak Sunma: Kar amacı gütmeyen sosyal kooperatiflerde yeterli finansal sermaye olmadan ortak sayısını artırmak, sürdürülebilirlik açısından çözüm sunmaktan uzaktır. Kooperatifçilik ilkeleri arasında dayanışma ve kolektif güç önemli olsa da, finansal kaynak eksikliği sürdükçe yeni ortakların dahil edilmesi kaynakların daha hızlı tükenmesine yol açabilir. Bu yaklaşımı "kooperatifçilik ilkeleri" olarak sunmak, yapının temel işleyişini zayıflatır ve güven kaybına neden olur.
Finansal Sermaye Eksikliği ve Sosyal Sermayenin Tüketilmesi: Sosyal kooperatiflerde yeterli finansal kaynak olmadan, gönüllülük ve dayanışma üzerinden bir yapı inşa etmeye çalışmak, sosyal sermayeyi hızla tüketir ve üyelerin motivasyonunu düşürür. İnsanları “sermaye” olarak görmek ve gönüllü emeğini sürekli bir kaynak gibi değerlendirmek, sömürüye yol açar. Bu durum, kooperatifin finansal sürdürülebilirliği ve yapısal bağımsızlığını tehlikeye atar.
Gönüllülük Esasına Dayalı İş Modeli Sorunu: Gönüllülük, sosyal kooperatiflerin kurulmasında değerli bir itici güç olsa da, bu unsuru uzun vadeli iş modeli olarak benimsemek sürdürülebilirlik sorunlarına yol açar. Sosyal kooperatiflerin gönüllülük esasını destekleyici bir unsur olarak görmesi gerekir; fakat bağımsız ve kalıcı bir finansal yapı geliştirmesi şarttır. Gönüllülükle ayakta kalmaya çalışmak, kooperatifin yapısal olarak güçlenmesini engeller.
Hesap Verebilirlik ve Sürdürülebilir Kurumsallık Gibi Kavramların Yersiz Kullanımı: "Hesap verebilirlik," "sürdürülebilirlik," ve "kurumsallık" gibi kavramların yalnızca görünüşte kullanılması, kooperatifin güvenilirliğini zedeler. Bu kavramların içi boş bir şekilde kullanılması, üyeler ve destekçiler arasında kooperatifin ciddiyeti ve amacı hakkında kuşkular yaratır. Gerçek anlamda hesap verebilirlik ve kurumsallık sağlanmadığında, güven kaybı yaşanır ve kooperatifin itibarı zedelenir.
Gerçekçi ve Ölçülebilir Hedeflerden Kaçınma ve Sürekli Bahanelere Sığınma: Sosyal kooperatiflerde başarı için gerçekçi ve ölçülebilir hedefler belirlemek kritik bir öneme sahiptir. Ancak hedeflerin belirsiz olması ya da başarısızlıkların sürekli bahanelerle gerekçelendirilmesi, kooperatif üyeleri arasında güvensizlik yaratır. Hedeflerin somut olmaması, tüm yapının amacını sorgulatır ve motivasyonu zayıflatır.
Popülist Yaklaşım ve Yüzeysel Uygulamalar: Türkiye’de sosyal kooperatifçilik, sıklıkla İspanya, İtalya, Japonya gibi ülkelerden ilham alınarak gündeme geliyor. Ancak bu ülkelerdeki başarılı modellerin yüzeysel uyarlanması, Türkiye’de somut ve sürdürülebilir çözümler üretmekte yetersiz kalıyor. Sosyal kooperatifçilik, popüler bir söylem olarak öne çıksa da, uygulamada somut bir etkisi olmayan popülist bir yaklaşımla sınırlı kalıyor.
İdeolojik ve Bürokratik Engeller: Sosyal kooperatifler, kamu kurumlarıyla iş birliği yaparken ideolojik ve bürokratik engellerle karşılaşabiliyor. Bu engeller, bağımsız ve etkin bir çalışma ortamı yaratılmasını zorlaştırıyor. Kamu kurumlarının keyfi kararları nedeniyle iş birlikleri zorlaşırken projelerin etkin bir şekilde hayata geçmesi engelleniyor.
Finansal Destek Yetersizliği ve Bağımlılık: Türkiye’de sosyal kooperatifçilik için yeterli finansal destek bulunmadığında, kamu ve özel sektör kaynaklarından sağlanan destek sınırlı kalıyor. Dış fonlara (örneğin, AB fonları) bağımlılık arttığında, kooperatiflerin kendi kendine yetebilme ve bağımsız projeler geliştirme kapasiteleri sınırlanıyor. Bu durum, sosyal kooperatiflerin uzun vadeli olarak bağımsız bir finansal yapı kurmasını zorlaştırıyor.
Sistemik Destek Eksikliği: Kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşları arasında uzun vadeli ve sistematik iş birlikleri geliştirilmediğinde, sosyal kooperatifler günlük kararlarla şekillenen bir destek sistemine bağımlı kalıyor. Devletin sivil toplum kuruluşlarına uzun vadeli ve kalıcı destek sağlayacak bir yapı kurmaması, projelerin sürdürülebilirliğini engelliyor. Sosyal kooperatifler için daha sağlam ve kalıcı bir iş birliği modeli geliştirilmesi, bu yapılar için hayati bir ihtiyaç olarak öne çıkıyor.
(Öz)Eleştiri ile (Öz)Farkındalık İhtiyacı…
Altı yılı aşkın süredir İzmir Eğitim Kooperatifi (İZEK) benim için gerçek bir eğitim kurumu oldu. Bu süreçte İzmir’i, kooperatifçiliği ve yetişkinlerin eğitimden ne beklediğini ve ne anladığını derinlemesine görme ve deneyimleme fırsatım oldu. Kendi ihtiyaçlarıma yanıt bulurken, bazı projelerimi hayata geçirme şansı yakaladım. Fakat zamanla fark ettim ki, kooperatifte insanlara büyük vaatler ve hayallerle sorumluluklar yükleniyor; sosyal sermaye adı altında sürece dahil edilen kişiler, beklentilerini karşılayamadıklarında hayal kırıklığı yaşıyor. Bu döngü, her seferinde yeni gelenlere benzer söylemlerle uygulanarak adeta bir insan sirkülasyonu yaratıyordu.
Ne yazık ki bu durum yalnızca bizim kooperatifimize özgü değil. Türkiye gibi, yapısal sorunlarla malul bir ortamda, insanları finansal sermaye gerektiren projelere “sosyal sermaye” adı altında ortak etmenin onlara faydadan çok zarar verdiğini kabul etmemizin zamanı geldi. Bu bağlamda, yeni nesil girişimlerin bu yıpratıcı düzeni tekrarlamadan, daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir anlayışla topluma katkıda bulunmalarını temenni ediyorum. Sosyal sermaye istismar edildiğinde geriye yalnızca hayal kırıklığı ve güven kaybı kalıyor.
Geçmiş altı yıl boyunca bu süreçte mağdur olan herkesten kendi adıma özür diliyorum. Geriye dönük bir düzeltme yapmak belki mümkün değil; ancak aynı hataların tekrarlanmaması adına tartışmaları açık ve şeffaf bir şekilde yürütmenin, özeleştiri yapmanın bu değişimin başlangıcı olduğuna inanıyorum.
Çözüm arayışına girerken eleştiri ve özeleştirinin önemini göz ardı edemeyiz. İZEK gibi kooperatiflerin yaşadığı sorunlara çözüm önerileri getirirken, kendi rolümüzü de gözden geçirmek, geçmişte yapılan hataları kabul edip onlardan ders çıkarmak sürdürülebilir bir yapı kurmanın belki de ilk adımıdır. Eleştiri, sistemin hangi noktalarda aksadığını belirginleştirirken; özeleştiri, bu aksaklıklardaki kendi payımızı ve hatalarımızı açıkça görmemizi sağlar. Bu içsel değerlendirmeler olmadan, sorunlara gerçekçi çözümler üretmek de uzun vadeli sürdürülebilirlik sağlamak da mümkün değil.
Önümüzdeki adımlarda, eleştiri ve özeleştiriyi birer araç olarak kullanarak kooperatif içi şeffaflık ve hesap verebilirlik kültürünü güçlendirmeyi, yapısal dönüşümün temellerini bu değerlere dayandırmayı amaçlıyorum.